Nezaketle aranız nasıl sizce? Nazik bir insan mısınız? İsterseniz önce “Nezaket” tanımında netleşelim, sorum havada kalmasın. Arama motoruna “Nezaket nedir?” diye yazdığımda karşıma çıkan ilk tanım şu oldu: -Başkalarına karşı incelikli ve saygılı davranma, incelik, naziklik İkinci tanım ise şuydu: Dikkatli, özenli davranmayı gerektirme, önem gösterme, önemlilik (bir durum ya da iş için). Başkalarına karşı dikkat, özen, incelik gösterme, saygı duyma, başkalarını önemseme ve değer verme, nazik olmanın yapıtaşları. Peki bu başkaları kim? Sevdiğimiz insanlar mı? Sevdiğimiz insanlara nazik davranıyor muyuz? Ezbere konuşursak hemencecik “Eveettt” diyebiliriz. Sevdiğimiz insanlara karşı nazik olmak kadar doğal bir şey yok sanki, değil mi?
Ama işte, terapi odalarının dili olsa da bir konuşsa… Bugüne kadar kaç kişi, terapi koltuğunda annesinin babasının ona karşı düşüncesiz, kaba ve hayatına saygı duymayacak şekilde müdahaleci davrandığını göz yaşları içinde anlatmıştır.
E, çocuklarına karşı kaba davranan ya da çocuklarının aldıkları kararlara saygı duymayan ebeveynler, çocuklarını sevmiyor mu? Muhtemelen seviyorlardır, hem de çok seviyorlardır. Her koşulda sevdiğimiz insanlara karşı nazik olduğumuzu söylemek galiba biraz zor. Hatta, belki rahat olduğumuz için, en özensiz ve kolaylıkla kaba davranabildiklerimiz en yakınımızdakiler oluyor.
Bunun en yakın örneği kendimizle ilişkimizde görmüyor muyuz?
Çoğu insanın belki de en kaba olduğu kişi kendisi. Bir başkasına edemeyeceğimiz lafları kolaylıkla kendimize söyleyebiliyoruz. Kendimize yaklaşımımızı mercek altına altığımızda “Nezaket duygumuzu” aslında daha net görebiliriz.
Bir başka soru daha gelsin, o zaman… -Sevgi nezaketi barındırır mı? Sizce? Sizi sevdiğini söyleyen insanlar, size karşı nazik mi? Yani özenli mi? Saygılı mı? Önem ve değer verdiğini size hissettiriyor mu? Peki ya siz sevdiğiniz insanlara karşı nazik misiniz? Onların duygularını, hassasiyetlerini gözetiyor musunuz? Yoksa aklınızdan, içinizden geçeni hiç sansürlemeden, onlara doğru fırlatıveriyor musunuz? Gözlerinizi kapatın ve bu sorulara bırakın kendinizi… “Saygılı davranmayı” görgü kurallarına uygun bir biçimde davranmak olarak alırsak, pek çok kişi birbirine saygılı davranıyor, dolayısıyla nazik davranıyor diyebiliriz.
Karşındakinin sınırlarını anlayıp, o sınırları kabul edip, oradaki sınırların talep ettiği şekilde davranmaya adapte olabilmek olarak alırsak saygılı davranmayı, bu sefer işler kökten değişiyor; görgü kurallarının çok ötesine gidiyor.
Karşımızdakine kaba, hakaretvarimsi sözler söylediğimizde, görgü kurallarına uygun olmayan şekilde davrandığımızda evet nezaketten çok uzaklaşmış biri oluyoruz. Peki karşımızdakinin (belki de en yakınımızdakinin) kişiliğini, tercihlerini, arzularını, beklentilerini gör(e)mediğimizde nasıl biri oluyoruz? Mesela annesiniz ya da babasınız ve çocuğunuz aslında neler yaşıyor, kişiliği ne yönde değişiyor, iç dünyası nasıl sorularını cevaplarını bilmeden ve daha da kötüsü bu soruların cevaplarını önemsemeden, onu kendi doğrularınıza göre yönlendiriyorsunuz. Bu da “kaba”, saygısızca ve incelikten uzak bir davranış değil mi?
Dr. Lindsay C. Gibson’un “Olgunlaşmamış Ebeveynlerin Yetişkin Çocukları” isimli kitabında önemli bir kavram üstünde duruyor: Empati
Çeşitli araştırmacılardan aldığı alıntılarla empatiyi şöyle açıklıyor Gibson:
- Başka insanların hislerine kör olmama hali,
- Durumları ve niyetleri karşısındakinin bakış açısına göre görebilme ve hissedebilme hali
- Sempatiden farklı olarak karşısındakinin ilgi alanlarını doğru şekilde anlayabilme hali,
- Başkalarının eşşiz fikirlere ve düşünce süreçlerine sahip olduklarını hayal etme gücüne sahip olma,
- Diğer insanların bakış açılarını ve tecrübelerini anlayabilme, bizimkinden farklı kendilerine özgü zihinleri olduğunu fark edebilme hali.
Eğer sevdiğimiz kişilere karşı nazik olabilmenin yolu, onlara saygılı davranmaktan geçiyorsa, yukarda tanımlanan haliyle “empati duyabilme” yetimize bir baksak iyi olur sanki, değil mi? Empati becerimizi geliştirmeden, sevdiklerimize gerçek anlamda saygılı, nazik ve şefkatli davranmanın yolu var mı? Gibson aynı kitabında “Zedelenmiş empati becerisi” ile insanların başkalarıyla hatta en sevdikleriyle bile derinlikli, samimi ilişki kurmalarının zor olduğunu söylüyor. Ne dersiniz? Üzerinde düşünülmeye değer.
Galiba “nazik olmayı”, basitçe görgü kuralları çerçevesinde davranmaktan daha da genişletmemiz, karşımızdakinin duygularına, sınırlarına, kararlarına, fikirlerine, ihtiyaçlarına saygı duyma ve tüm bunları anlayabilmek için çaba ve emek harcama olarak görmemiz gerekli.
İnceleme Önerisi: Yoga ve meditasyon pratikleriniz için
Peki ya hiç tanımadığımız insanlara karşı nezaket?
Son resmi verilere göre dünya nüfusu 7 milyar 837 milyon imiş. Dile kolay 7 milyar 837 milyon kişi… 7 Milyar 837 milyon yaşam… 7 milyar 837 kişinin hayattan beklentileri, hayalleri, arzularını, ihtiyaçlarını, korkuları, endişeleri… Pandemi döneminde yaşam biçimlerimizin çok değişmesine rağmen, eski günlerimizi bir düşünün; gündelik hayatımıza ne çok tanımadığımız kişi eşlik ediyordu. Sokakta beraberce yürüdüğümüz, aynı toplu taşıma araçlarını paylaştığımız, aynı kahve sırasına girdiğimiz, aynı binalarda çalıştığımız, aynı çatı altında restoranlarda ayrı ayrı masalarda yemek yediğimiz ne çok tanımadığımız insanla yollarımız kesişiyordu. Evlerimizde oturduğumuz bugünlerde de evimize gelen kuryeler, çeşitli nedenlerle görüştüğümüz call center yetkilileri, sosyal medyadan tanıştığımız, yüzünü görmeden yazıştığımız insanlar…
Onlara karşı nasılız peki?
Hiç tanımadığımız, herhangi bir duygu ve sorumluluk beslemediğimiz kişilere karşı nasılız? Kibar, saygılı (görgü kuralları çerçevesinde ya da konuştuğumuz gibi daha geniş bir çerçevede), dikkatli? Hiç tanımadığımız insanların hayatlarında bir yerimiz var mı , bir iz bırakıyor muyuz sizce? Hiç tanımadığımız insanların hayatlarını daha iyi veya daha kötü hale getirebilir miyiz? Bu soruya en iyi cevabı hizmet veren kişiler ve işleri gereği devamlı başka insanlarla iletişim halinde olanlar verebilir: Call center çalışanları, satış temsilcileri, kuryeler, garsonlar, doktorlar, gazeteciler… Hele bir de tanımadığımız insanlarla kendi çıkarımızı korumak için görüşüyorsak… Mesela sorun yaşadığımız bir ürünle ilgili telefonda bir marka yetkilisi ile nasıl konuşuyoruz? Haklı olsak bile şikayet tonumuz, seçtiğimiz kelimeler nasıl oluyor? Kendi hakkımızı nasıl koruyoruz? Sabırsız mıyız? Kızgın mı? Alaycı mı? Saldırgan mı? Sarf ettiğimiz kelimelerin karşımızdakinde bıraktığı etkiyi fark edebiliyor muyuz? Bir markanın whatsapp şikayet hattına bakan bir arkadaşım gelen şikayet mesajlarının bazılarının onu çok kötü bir biçimde derinden etkilediğini ve tüm gün boyunca bu etkiyle savaştığını söylemişti. Şikayet konusunda nedenlerimiz haklı bile olsa ağzımızdan çıkan kelimelerin bir başka insanı tüm gün boyunca kötü bir şekilde etkilediğini bilmek üzücü değil mi? Belki de onda bıraktığımız kötü hissi, o da başkalarına geçirecek; adeta bir domino etkisi…
Bu dünyada tanıdığımız tanımadığımız tüm insanlara karşı sorumluluk hissetmek, ilk başta kulağa sıkıcı, zor ve gereksiz gibi gelebilir. Ama insanlığa, tüm canlılara görünmez bir bağ ile bağlı olduğunu hissetmek aslında yaşamı güzelleştirecek, sakinleştirecek ve denge getirecek bir hal.
Herhangi bir sebepten dolayı ilişkide olduğumuz tanımadığımız insanları dikkate almak, onların bedensel bütünlüklerini fark etmek, o insanın kendi içinde bir hayatı taşıdığını bilmek, o insanın da tıpkı bizim gibi hayalleri, arzuları, ihtiyaçları olduğunu bilmek o kişiyi bizim için tanıdık ve saygıdeğer biri haline getirmez mi?
İnceleme Önerisi: Yaşadığımız mekanların enerjisini temizlemek, arındırmak için
Peki ya düşmanca hisler taşıdığımız, sevmediğimiz birine nazik olmak zorunluluğumuz var mı?
Hani derler ya insanlar ayrılırken gerçek yüzünü gösterir diye. Bir tartışma sırasındaki tavrımız aslında gerçek anlamda bizi yansıtmıyor mu? Eğer çok öfkeli olduğumuzda içimizdekiler kolaylıkla ağzımızdan çıkıyorsa, öfkeli halimiz bizim gerçeğimiz desek abartmış mı oluruz? Nezaketin yapıtaşları olarak, başkalarına karşı dikkatli olmayı, özen ve incelik göstermeyi, saygı duymayı, önemsemeyi ve değer vermeyi sıralamıştık. Gelin listeye bir de farkındalığı ekleyelim. Hayatımıza farkındalık getirdiğimizde aslında Jon Kabat Zinn’in dediği gibi “Hayatımıza dahil oluyoruz”. Hayatımıza dahil olmak demek, içimizde uyanan duyguları fark etmek, anlamlandırabilmek, bir olay karşısında sinirlenme, tetiklenme anlarımızı yakalayabilmek demek. Farkındalık çalışmaları nezaket duygusunu (yetisini) içselleştirmemizi kolaylaştıracaktır.
Hayata, insanlara nezaketle yaklaşmak pasif olmak, kendini koruyamamak değil, kendini korurken bile “karanlık tarafa” geçmemektir.
İnceleme Önerisi: Meditasyon pratikleri için blok desteği alabilirsiniz