Kendini Sabote Etmenin Dört Yolu

Kendini Sabote Etmenin Dört Yolu

Sabote etme tanımı sözlüklerde “Bir işi ya da bir durumu, bilinçli ve kasıtlı bir şekilde bozup, zarar verme açıklanıyor. Burada kilit kelimeler “bilinçli ve kasıtlı” kelimeleri. Yani bile isteye, planlayarak, hedefleyerek o ya da bu sebepten dolayı durumu, süreci dinamitlemek… Yazımızın konusu ise başlığından anlaşılacağı üzere insanın kendi kendini sabote etmesi üstüne. Bir başkasını sabote etmeye çalışmaktan farklı olarak insanın kendini sabote etmesinde ne ilginçtir ki bilinçli ve kasıtlı bir durum olmuyor genelde. Öz sabotajı ise, uzmanlar, “Kişinin, hayattaki amaçlarını veya mesleki sorumluluklarını yerine getirme, gerçekleştirme kapasitesine ve gücüne sahip olmasına rağmen kök inançlarından dolayı farkına varmadan kendi önüne engel koyması, eyleme geçmemek için bahaneler yaratması”, olarak tanımlıyor. Ne ilginç değil mi? Mesela birçok istediğiniz bir iş ilanı var, arkadaşlarınız başvurmanız için ısrar ediyor, ilanın her bir maddesi sanki sizin için yazılmış, kelimenin tam anlamıyla istedikleri kişi sizsiniz. Ama siz “Oraya şirket içinden birini alırlar, boşu boşuna başvurmama gerek yok” diyerek başvurmuyorsunuz. Ya da içten içe yogaya başlamak istiyorsunuz ama kendi kendinize “Başladığın hiçbir şeye devam etmezsin ki sen, boşu boşuna stüdyoya kaydolma, yoga matı falan alma.” Fransızca öğrenmek istiyorsunuz, “Dillere hiç yeteneğim yok”, diyorsunuz, İş yeriniz, size yurtdışında yeni bir pozisyon teklif ediyor, kendinize düşünmek için hiç zaman tanımadan hemen, “Benim tecrübemin çok üstünde bir pozisyon”, deyip kestirip atıyorsunuz. Tüm bu örnekler tanıdık geldi mi? Hiç farkına varmadan bazen kendimizi durduruyoruz, engelliyoruz, yeterli görmüyoruz ve tüm bunları yaparken farkına bile varmıyoruz. Yukarıda sabote etmenin sözlük anlamını vermiştik; burada kasıt ve bilinçli bir tavır var demiştik. İşin en kötüsü ise, kendimizi sabote ettiğimizde fark etmememiz.
İnceleme Önerisi: Yoga pratiğinizin en yakın tanığı
“Peki nasıl oluyor bu?”, diye sorarsanız, gelin bir bakalım:
  1. Zihninde bir başkasının sesi ile yaşamak
Hemen hemen hepimiz, zihnimizde bir insan ile yaşıyoruz; devamlı yorum yapan, fikrini beyan eden, endişelen, eleştiren, cesaret veren ya da cesaret kıran, vs. Biz bu sese kişiliğimiz diyoruz ve söylediği her şeye sorgusuz sualsiz inanıyoruz. Diyor ki bu ses “Bu iş için yeterince iyi değilsin”, biz de hemen bu yorumu kabul edip farkına varmadan bu yönde davranmaya başlıyoruz. Uzmanlar diyor ki çoğu zaman bu ses bize çocukluğumuzdan, yetişme çağımızdan miras kalıyor. Büyüdüğümüz çevre, ailemiz, ailemizin birbirine davranış biçimleri, öğretmenlerimiz bizim olaylara bakışımızı, cesaretimizi, kendimizle kurduğumuz ilişkiyi büyük ölçüde belirliyor ve tüm bu toplam kendi iç sesimiz haline dönüşüyor. Eğer çocukken becerilerimiz, yeteneklerimiz yeterince değer görmemiş, belki de aslında bizi korumak için, “Sen bunu yapamazsın, bırak ben yapayım”, benzeri cümleler kurulmuşsa, biz de bu cümleleri alıp kafamızın içine yerleştiriyoruz işte.
Okuma Önerisi: Kök Çakra, Muladhara
  1. Kendini değersiz görmek
Kendini değersiz görme meselesi aslında göbekten birinci madde ile bağlantılı. Bizler, bir ailenin içine gözlerimizi açıyoruz ve aslında kendimizi bir nevi başkalarının yani ailemizin gözünden görerek büyüyoruz. Deniyor ki “kendilik algımız” yani kendimiz hakkındaki düşüncelerimiz, biz hiç farkına varmadan ilk başlarda ailemizin, daha sonra genişleyerek içinde yetiştiğimiz sosyal çevrenin bakışına göre oluşuyor.
  • Nasıl bir ailede, sosyal çevrede büyüdük?
  • Yeteneklerimiz, ilgi alanlarımız görülüp, desteklendi mi?
  • Kendimizi rahat ifade edebildik mi?
  • Büyürken bizimle alay edildi mi?
  • Dış dünyaya karşı yaşımıza uygun, sağlıklı bir biçimde korunduk mu?
  • Hayata karşı aşırı mı korunduk?
  • Yaşımıza uygun sınırlarımız çizildi mi?
  • Yaptığımız şeyler aşırı mı övüldü?
  • Çok eleştirilerek mi büyütüldük?
Bu soruları çoğaltabiliriz. Bebeklikten itibaren çocukluk ve ergenlik dönemimizde davranışlarımız, tercihlerimiz, duygu ve düşüncelerimiz ailemiz tarafından karşılanma biçimi bizim kendimizle olan ilişkimizi ve kendimize çizdiğimiz değeri hiç farkına varmasak bile belirliyor. Bu dönemlerde yeterince değer görmediysek, çoğu zaman olumsuz, alaycı yaklaşımlara maruz kaldıysak, yeteneklerimizi, becerilerimizi geliştirmek için ihtiyacımız olan desteği göremediysek, biz de kendimizi desteklemeyi öğrenemiyoruz. Kendimize belki de hiç farkına varmadan şunu söylüyoruz, “Ben o kadar da değerli, akıllı, becerikli biri değilim”. Çocukken sadece “uygun” davrandığımızda sevgi ve görmüşsek, kendi gözümüzde benlik değerimiz düşük olabilir. Kendine devamlı başkalarının gözüyle bakmak, hep başkalarının onayına ihtiyaç duymak değersizlik hissinin diğer belirtileri.
Okuma Önerisi: Yeni Yılda Yeni Bir "Ben" Mümkün mü?
  1. Kendini başkaları ile kıyaslamak
Dışardan bakıldığında herkesin hayatı mükemmel görünebilir; hiçbirimiz instagtram’a üzüntüden ağladığımız, öfkeden delirdiğimiz, endişeden uyuyamadığımız, işten atıldığımız, arkadaşlarımız tarafından dışlandığımız anlarımızın fotoğrafları koymuyoruz sonuçta. Değersizlik hissinin devamı gibi görebileceğimiz bu özellik, başkalarının bizden daha iyi hayatlar sürdüğünü, bizden daha zeki, becerikli, yetenekli ve şanslı olduklarını fısıldar kulağımıza daima. Daima bir başkasının, kendinden daha iyi olduğuna inanmak, insanı hayatta çok güçsüz bırakan, hareket etmesini engelleyen bir inanıştır.
Uygulama Önerisi: Tibet'in Gençlik Pınarı
  1. Mükemmelliyetçilik
Aslında ilk bakışta, bir insanın yaptığı işlerin eksiksiz, kusursuz, dört dörtlük olmasını istemesinde bir sorun yokmuş gibi görünebilir. Ama bazen mükemmel olma istediği o kadar güçlü ve belirleyicidir ki kişiye hata yapma hakkı tanımaz. Böyle olunca da hata yapmaktansa hiç yapmamak tercih edilir. Burada “değersizlik” hissinin tersi bir durum varmış gibi görünür ama ikisinde de işler aslında aynı kapıya çıkar, kişi istediği hayattan kendini mahrum eder.
  • Mükemmel ilişkiyi beklerken elimizin tersi ile gerçek ilişkiyi itebiliriz.
  • Mükemmel İngilizce konuşacağımız anı beklerken çok zevk alacağımız sohbetleri kaçırabiliriz.
  • Mükemmel bir anne olmayı amaçladığımızda çocuğumuzun ihtiyaçlarını göremeyebiliriz.
Zihnimizde mükemmel bir tablo yaratmak ve kendimizi o tablonun bir parçası haline getirmeye çalışmak çok tüketicidir; elimizi ayağımızı bağlar, bizi gerçek hayattan koparır.
Bloga dön