Metta Meditasyonu

Metta Meditasyonu

Şefkatin Yumuşak Sesi İsteriz ki dünyamız sevdiğimiz insanlardan oluşsun. Ailemiz, dostlarımız, yakınlarımız… Sevdiklerimize karşı çoğu zaman sabrımız, toleransımız, kredimiz sonsuzdur; yaptıkları pek çok şey, hoşumuza gitmese bile anlayışla karşılarız. Hatalarını görmezlikten gelmeye hazırızdır, ne yaparlarsa yapsınlar, sevdiklerimizle yeniden başlamak, kolay ve doğal gelir bize.
Kardeşimizle kavga ettikten bir saat sonra barışırız, bize kafa tutan ve kaba konuşan ergenimizi akşamına bağrımıza basarız, sinirimizi bozan en yakın arkadaşımızla küs olduğumuzu unutur, dedikodu yapmak için arayıveririz.
Kolay affedebilmemizin ve unutabilmeniz nedeni basittir aslında: Çünkü onları severiz ve sevgi insanlar arasında çok çok çok güçlü bir bağdır. Kendimize, başkalarına, derin bir nezaket, anlayış pratiği İnsanlara duyduğumuz şefkatin adeta ön koşulu gibidir onları sevmemiz. Sevdiğimiz, sevimli bulduğumuz, “bizden” gördüğümüz, alışkın olduğumuz kişilere ya da hayvanlara şefkat hissedebiliriz, şefkat gösterebiliriz. Pek çoğumuzun bir varlığa şefkat hissedebilmesi için, o kişiye karşı negatif duygularımızın olmaması gerekli. O kişiye kızgın olmamamız… O kişiyle çıkar çatışması içinde olmamamız… O kişinin bizim “normlarımıza” göre yaşaması… O hayvandan tiksinmememiz… O hayvandan korkmamamız… O hayvanın hayatımızda bir yeri… … olması gerekir.
Eğer bir kişiye kızıyorsak, bir çıkar çatışmamız varsa, hayat tarzını onaylamıyorsak, o hayvandan tiksiniyorsak, korkuyorsak, hayatımızda bir yeri, önemi yoksa, içimizde onlara karşı şefkat duygumuz da yoktur genelde.
Tanımadığımız insanlar ise adeta bizim için görünmezdir. Tanımadığımız, yani…
  • Hayatlarına dokunmadığımız,
  • Hayatlarımızın kesişmediği,
  • Hayat öykülerini bilmediğimiz, belki de hiç öğrenmeyeceğimiz,
  • Bir çıkarımızın, beklentimizin olmadığı,
  • Görmediğimiz,
  • Bizden olmayan
Haberlerde onların başına gelenlere kısa bir süre için tanıklık ederiz. Her gün dış dünyayı, gökyüzünü, yeryüzü, havayı, suyu, onlarla paylaşırız. Tanımadığımız o insanları tanımlayabilmek için ise çoklu kategorilere ayırmak bize pratik ve güvenli gelir:
  • Benim mahallemde oturanlar,
  • Benim ülkemden olanlar,
  • Benim ten rengimden olanlar,
  • Benim etnik kökenimden olanlar,
  • Benim dinimden olanlar,
  • Benim okulumdan olanlar,
  • Benim sosyal çevremden olanlar,
  • Benim yaşam tarzıma sahip olanlar,
Unuttuğum bir kategori varsa onu da siz ekleyin…
Ailemizi ve yakın arkadaş grubumuzu, yani, en sevdiklerimizi ve yanlarında güvende hissettiklerimizi merkez noktamıza yerleştiririz ve o merkez noktasından çemberimizi çeşitli ilişki kategorilerimizle çevreleriz:
Ve şefkate gelmemiz gerekirse ilişkilerimizin tutkalı şefkat değildir çoğu zaman. Yukarda uzun uzun sevgiyi anlattık ama sevgimiz bile şefkatsiz olabilir. Karşımızdakini çok sevsek bile, sevgimiz boğucu, kırıcı ve hırçın olabilir.Sevgimiz karşımızdakine alan bırakmayabiliri muhatabına söz hakkı, yaşam hakkı tanımayabilir. Sevgimiz, karşılık beklediği için öfke, suçluluk duygusu, kaçma isteği yaratabilir. Birini sevmek tek başına olumlu bir “hal” değildir. Nasıl birine öfkelenmek her zaman sağlıksız değilse…
İnceleme Önerisi: Palo Santo ile sinir sisteminizi dengelemeye ne dersiniz?

Peki nedir bu “Şefkat”?

Aklımıza hemen çeşitli şefkat tanımları gelebilir. Budizm’e göre ise şefkat, insanın derin bir "Birlik İnancı" ile kendini canlı, cansız diğer varlıklardan ayrı, farklı, üstün görmemesi, gökyüzünün altında var olan her şey ile aynı kaderi paylaştığı bilincidir.
Bu bilinç, “Ben ve Diğerleri” “Benim sevdiklerim ve Sevmediklerim”, “Şefkatimi hak edenler ve Hak etmeyenler”, “Dostlarım ve Düşmanlarım” gibi ayrımları, ikilikleri ortadan kaldırır. Hayata bakışımızı, diğer insanlara bağlanma biçimimizi radikal bir biçimde değiştirir.
Bizler kendimizi, sevdiklerimizi yaşam merkezimize yerleştirdiğimize, iyilik dileklerimizi ve şefkatimizi verebilmek için sevme şartını koyduğumuzda, hayata sadece kendi açımızdan baktığımızda, şefkatimiz çok dar bir alanda kalır. Budizm anlayışındaki şefkatli tutum aslında bugün Batı dünyasındaki temel insan hakları mücadelesine çok benzer. İnsan Hakları felsefesine göre her insanın doğuştan barınma, beslenme, eğitim alma, düşüncelerini ifade etme, örgütlenme, istediği mesleği seçebilme gibi hakları vardır. Bu haklara, bu hakları “hak” ettiği ya da iyi kalpli, sevilmeye değer olduğu için değil, insan olduğu için doğuştan sahiptir. Ülkemizde maalesef yasal statüye ulaşmasa da hayvan hakları da hayvanların kendilerine ait bir özerkliğe sahip oldukları ve acıdan kaçınma gibi temel çıkarlarının tıpkı insanların temel çıkarlarının korunduğu gibi korunması gerektiğini savunan bir görüştür. Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesine göre:
  • Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler.
  • Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler.
  • Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. ...
  • Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. ...
  • Bütün hayvanlar kendi doğalarına özgü coğrafyalarda yaşamayı hak ederler. Yerlerinden ticari ya da başka sebeplerle başka bir yere götürülemezler.
Bizler hayatı insan merkezli düşünüyoruz. Doğa ile ahenk içinde yaşamak yerine doğayı fethetmek, kontrol etmek, yönetmek üzere harekete geçiyoruz. İşler, bizim, sevdiklerimiz, "bizden olanlar" için yolunda olduğu sürece gerisini pek düşünmüyoruz. Oysa "Birlik" anlayışına göre başkasının başına gelen bir şey elinde sonunda bizi de etkileyecektir. Bir yerde bir kötülük varsa, hangi önlemi alırsak alalım, o kötülüğün ateşi bizi de yakar. Budizm ya da Çin felsefesinden hayata baktığımızda varlığımızın diğer tüm varlıklarla “bir” olduğu, birlik inancı içinden yaşama bakmaya başladığımızda sevmesek ya da tanımasak da karşımızdakini de bizim gibi atan bir kalbi olduğunu fark ettiğimizde, o kişiye öfke duysak da öfkemiz bir karanlık üstünden değil, aydınlık üstünden temellenecektir. Bu iki durum arasında çok büyük fark var. Karşımızdaki bize zarar vermiş, bizi öfkelendirmiş olabilir.

Ama…

Ona karşı öfkemizin onunkine benzer bir karanlıkta olması ile, şefkatli tutumumuzun yumuşaklığı ile bezenmesi çok farklı iki şeydir. Dünyada başkalarına zarar vermek için edilmiş kötü söz, yapılan kötü davranış, yöneltilen kötü düşünce vardır. Tüm kötülüğüne bu hattan cevap verdiğimizde sadece kötülüğü güçlendirmiş oluruz. İnsanlar arası kötülüğün bu kadar yoğun bir biçimde gidip gelmesi de aslında herkesin kendisini, kendi ailesini, kendi sevdiklerini ya da kısaca kendi mahallesini her şeyin merkezine koymasıdır.

Oysaki…

Yeryüzünü ve gökyüzü arasında geçen fani hayat oyunumuzda yaşama “elde etmek” gözüyle değil de, diğer insanlar, hayvanlar, canlılar gibi gelip geçici bir misafir olduğumuz gözüyle baktığımızda yaşam oyununun şimdiki kuralları değişecek, neşe, keyif, macera, rahatlık belki de daha fazla görünür olacaktır.
İnsanın kendisini önemsemesi, sevmesi, koruması, kollaması çok önemlidir. Ama tüm bunları kendimizi her şeyin merkezine koymadan da yapabiliriz. Hayatla, insanlarla ilişkiye girerken, hoyrat, kaba, dışlayıcı, ötekileştirici bir dille ve tavırla değil de, oluşturduğumuz iyicil lisanımızı kullansak yaşam belki de dönüşmeye başlar. Şefkatli bir tutumda olmaz doğuştan getirdiğimiz bir özellik olmayabilir ama öğrenilebilir bir pratiktir aslında.

Kısaca şefkatli tutum:

  • Kapsayıcıdır, hiçbir şeyi dışarda bırakmaz.
  • Kimseyi küçümsemez, kimseyi yargılamaz
  • Sevgi ile beraber yürüyebilir ama şefkatini gösterebilmek için sevgiyi ön koşul olarak görmez
  • Dünyadaki tüm canlıların yaşam hakkında saygılıdır.
  • Bir insanın, bir topluluğun, bir ülkenin, hayvanların acı çekmesinin sonuçlarının kendisine de yansıyacağını bilir.
Budizm’de Metta Meditasyonu tüm varlıklar arasındaki ilişkilerde şefkat ve nezaketi geliştirmek için yapılan bir tür meditasyondur. Metta, sevgi, dostluk, şefkat ve nezaket anlamına gelir. Metta Meditasyonunda sırayla önce kendimize, sonra sevdiğimiz bir insana, sonra tanımadığımız bir insana, sonra düşmanca hisler beslediğimiz bir kişiye, en sonunda da tüm canlılara şefkatle iyi niyetlerimizi sunarız:
  • İyi ol,
  • Güvende ol,
  • Sağlıklı ol,
  • Özgür ol,
  • Mutlu ol,
  • Izdıraptan uzak ol…
…deriz. Sunduğumuz tüm bu dilekler, aslında bir insanın doğuştan sahip olması gereken yaşam koşullarıdır. Bu dünyada her bir canlı, doğuştan, güvende, mutlu ve ızdıraptan uzak olma hakkına sahiptir. Metta Meditasyonlarında sadece biz bu “hakları” gözümüzün önünde belirer kişilere sunarız.
Metta Meditasyonu affetmek ile ilgili değildir. Affetmenin doğası daha karışıktır ve yarayı iyice temizlemeden “affetmek” ile kapattığımızda yaramızdaki iltihap büyüyebilir.
Oysa hislerimiz ne olursa olsun herkese temiz, duru, net iyi niyetli ve şefkatli sesimizi sunduğumuzda, bu pratik içimizdeki aydınlığı arttıracaktır. Kolay mı bunu yapabilmek? Bazen değil, bazen de hiç sanmadığımız kadar kolay…  

Çağla Güngör

Yin Yoga ve Meditasyon Öğretmeni

Yogabiz.pro

İnceleme Önerisi: Meditasyon yapmanızı destekleyecek Great Loom Blokları
Bloga dön