Yeni doğan bebekler adeta sadece kendi ihtiyaçlarından ibarettir. Beslenme, temizlenme, uyuma, sevilme ve güven duygusu gibi kendi temel ihtiyaçları dışında dünya ile temasları yoktur zaten. Bir bebek “Karnım acıktı ama annem çok yorgun ağlamayayım da, uyusun kadıncağız” demez. Diyemez… Böyle bir düşünme yetisi yoktur. Hayatta kalabilmesi için ihtiyaçlarının hemen karşılanmasına ihtiyaç duyar. İlk günlerde, ağlamak, bebeğin elindeki tek iletişim aracıdır. Sonra adım adım, gün be gün bebeğin iletişim kurma araçlarını değişir, bakmayı, görmeyi tanımayı, gülmeyi, ses çıkarmayı öğrenir. Bebeğin öğrenme kapasitesi geliştikçe, yavaş yavaş belli kurallar çerçevesinde yaşamaya başlar. Uyuma ve uyanık olma, yemek, oyun, yıkanma vs. saatleri yavaş yavaş bir düzene girer. Düzen dediğimiz şey aslında bebeğin “sınır” ile tanışmasıdır. Her gece belli bir saatte uyuması, tek başına uyumayı öğrenmesi, oyun oynama ve ödev yapma saatlerinin netliği, büyüdükçe eve geliş saatlerinin belirlenmesi çocuğun yaşına, yaşının ihtiyaçlarına uygun sınırlardır. Bir çocuğa sınır koymak, onu katı bir disipline sokmak demek değildir.
Sınırlar, çocuğunun fiziksel, duygusal ve mental sağlığını ve güvenliğini sağlamak amacıyla koyulur.
Sağlıklı sınırları olan bir çocuk, kendini güvende hisseder. Hatırlayın, çocukken masanın altında ya da çadırın içinde oynamaktan zevk alırdık. Mekansal sınırlamalar hem saklanma duygumuzu ve hem de güvende hissetme ihtiyacımızı tatmin ederdi. Sınırlar sayesinde ihtiyaçlarımızı ertelemeyi, anlık isteklerimizin, arzularımızın peşinden körü körüne gitmemeyi öğreniriz. Yetişkin olduğumuzda sınırlarımızı artık kendimiz koyarız. Sınırlarımız, dış dünyaya hem de kendimize ihtiyaçlarımızı, olmazsa olmazlarımızı anlatmamız için önemlidir.
Okuma Önerisi: Kök Çakra, Muladhara
Peki nedir sınır?
Sınır, bir ilişki içindeyken karşımızdakinin hangi davranışlarını, ifadelerini kabul edip hangilerini kabul edemeyeceğimizi belirleyen çizgilerimizdir. İş yerimizde, romantik ilişkimizde, sosyal çevremizde kendimizi güvende hissedeceğimiz, bize nasıl davranılmasını istediğimizi çizen sınırlarımız, içsel gücümüzü geliştirir, destekler, enerjimizi korumamızı sağlar. Sınırlarımız aslında tıpkı bir ülkenin kendi iç güvenliğini sağlayabilmesi için koyduğu birtakım kurallardır. Biz de tıpkı bir ülkenin yaptığı gibi hayatımıza dahil edeceğimiz insanlar için kendi “vize” kurallarımızı koyabiliriz. Sağlıklı sınırlar nasıl çizilir, gelin bir bakalım:
-
Kendini iyi tanıyarak
Sınırlarımızı oluşturabilmek için, bize hangi davranış biçimlerinin iyi gelip gelmediğini, ihtiyaçlarımızı, hayattan beklentilerimizi gerçekçi bir biçimde görebilmemiz gerekir. Kendimizle bağ kurmak, kendi iç sesimizi duymak oldukça önemli.
- Bu hayatta bana ne iyi geliyor?
- Bu hayatta hangi davranışlar enerjimi emiyor?
- Hayattan beklentim ne?
- Nasıl bir yaşam şekli beni besliyor?
- Neye ihtiyacım var?
Kendimizi iyi tanıdığımızda kendi duygularımızı da kolaylıkla ve net bir bakış açısıyla değerlendirebiliriz. Yıllardır en yakın arkadaşımız olan biriyle her bir araya geldiğimizin sonrasında ne kadar yorgun hissettiğimizi fark etmek, kardeşimizin her ihtiyacı olduğunda uygunluğumuzu sormadan çocuklarını evimize getirdiğinde bu durumun ne kadar canımızı sıktığını görmek, iş yerinde müdürümüzün özel işlerini de yapmak zorunda kalmanın bizi ne kadar sinirlendirdiğini yakalamak oldukça önemlidir. Sosyal hayatın elbette uymamız gereken bazı zorunlukları var ama kendimizi iyi tanıdığımızda neleri yapabileceğimizi, neleri yapmanın da bir süre sonra bizi yoracağını, üzeceğini, sinirlendireceğini görebilmek oldukça önemlidir. “Her hafta sonu kardeşim çocuklarını bana bırakırsa, yeni haftaya dinlenerek başlayamam”, diyebilmek kendi ihtiyaçlarını bilmek demektir ve bunda suçluluk duyacak hiçbir şey yoktur.
Kendini iyi tanımayan, kendi ihtiyaçlarını göremeyen, ihtiyaçlarını farkına varamayan biri sınırlarını iyi koruyamaz.
Bazen içimizde uyanan olumsuz duyguları bastırmaya, onları manipüle etmeye çalışırız. Örneğin, deriz ki: “Kardeşim çok yorgun, ne var ki hafta sonu çocuklara ben baksam, o da dinlense ve alışveriş vs. yapsa. Hem insanın kardeşine yardım etmesi, ablalık görevidir." Elbette aile içinde dayanışma çok önemli ve kıymetlidir. Ama bazı “değerler” uğruna kişinin kendi duygularını görmemesi de çok zarar vericidir. Oysa olaylar karşısında net ve açık olarak hislerimizi, duygularımızı görebilmek ortaya sağlıklı ve gerçekçi tepkiler koyabilmemizi sağlar.
İnceleme Önerisi: Yoga pratiği ile kendinizle tanışın
-
Kaba olarak algılanmaktan çekinmeyerek
Hemen hemen her kültürde çocuklara nazik olmanın, karşısındakiyle empati kurmanın önemi öğretilir. Aslında son derece kaba olan bir insana sorsanız bile büyük bir ihtimalle sosyal ilişkiler içinde nezaketin ve empatinin öneminden bahsedecektir. Biz de tersini söyleyecek değiliz elbette.
Ama sınırlarımızı çizerken bazen “hayır” demek zorunda kalabiliriz ve karşımızdaki kişi “hayır” cevabımızı kabalık olarak kabul edebilir.
Çocuklarını her hafta sonu sormadan evimize getiren kardeşimize: “Yeğenlerimi ve onlarla vakit geçirmeyi çok seviyorum ama her hafta sonu onlarla olma hali beni çok yoruyor, kendime vakit ayıramıyorum. Bu buluşmaları ayda bire indirsek ya da karşılıklı uygunluğumuzu gözetsek, nasıl olur?” yaklaşımını kardeşimiz kişisel olarak algılayıp, kaba bulabilir. Evet, çoğu zaman sınırlarımızı çizmek için “hayır” kelimesini kullanır, karşımızdakinin bazı önerilerini ve davranış biçimlerini kabul edemeyeceğimizi ifade ederiz. Karşımızdaki de kullandığımız ifadeler ne kadar nazik ve düşünceli olursa olsun, çizdiğimiz sınır nedeniyle kendini reddedilmiş olarak gördüğünden bizi kaba olmakla suçlayabilir. Kendini, ihtiyaçlarını gözetmenin ve bunları ifade etmenin kendisi kabalık değildir. Sınır çizerken karşınızdakinin zaman zaman sizi yanlış anlayabileceğini bilin ama bu durum sizi sınırlarınızı çizmekten alıkoymasın. Tekrar hatırlatalım: Sınır çizmek bir nevi kendi iç güvenliğimizi sağlamaktır.
İnceleme Önerisi: Minimalin Meditasyonu, Zen Bahçeleri
-
Kendine sadık kalarak
“Sınır çizerken bazen “hayır” demek zorunda kalabiliriz”, demiştik. Hepimiz biliriz, “hayır” diyebilmek, hele sevdiklerimize karşı söylüyorsak, hiç kolay değildir ve karşımızdakinin yanlış anlamasına müsaittir. Ama işte bu dünyada çok sevdiğimiz ailemiz, dostlarımız, arkadaşlarımız olsa da bazen oyumuzu kendimizden yana kullanmamız gerekli. Belki her Ramazan Bayramı’nda ailemiz bizim yazlığımızda buluşuyor ama o bayram evimizde yalnız kalıp dinlenmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyacı hissedip, fark edip tercihimizi sabırsızlıkla tatilde yazlık evimizin bahçesinde oynamak için bekleyen yeğenlerimizden yana değil de, yalnız kalmak isteyen kendimizden yana kullanmak kendimize sadık kalmak demektir. Elbette zaman zaman, hatta pek çok kez, sevdiklerimizi mutlu edebilmek için kendi ihtiyaçlarımızda fedakarlık ettiğimiz oluyor; bir derece kadar bu çok normal.
Ama kendi ihtiyaçlarımızı görmek, onları önemsemek, aslında kendimizi gözetmek korumak anlamına gelir.
Nasıl ki bir anne uykusu gelen ama salondaki misafirlerin konuşma ve gülme sesinden uyuyamayan çocuğu için misafirleri sessiz olmaları için uyarıyorsa, yani tercihini misafirlerin eğlenmesinden yana değil de çocuğunun rahatça uykuya dalmasından yana kullanıyorsa, bizler de oyumuzu kendimizden yana kullanmamız gerekir.
-
Hislerine güvenerek
Bazen bazı şeyler bizi rahatsız eder; birinin konuşma şekli, bize bakma biçimi mesela. Hoşlanmayız ama neden hoşlanmadığımızı da tam olarak kelimelere dökemeyiz. Ama işte, o hisler çok önemlidir. Bilişsel olarak algılayamadığımız bazı durumları, hissederiz. Karşımızdakine yönelik olumsuz hisler belirdiğinde bu hislere güvenmek oldukça önemlidir. Evet bazen yeni tanıştığımız birinden hiç hoşlanmıyoruz ama tanıdıkça fikrimiz tamamen değişiyor, hepimizin başına gelmiştir bu durum. Ama eğer içimizden bir ses, karşımızdakine karşı uyarı çanları çalıyorsa, temkinli olmak ve hoşlanmadığımız sözlerine ve davranışlarına yönelik sınırlarımızı belli etmek isabetli bir karar olacaktır.